Gazete manşetleri
Gazete ve TV’ler çorap fabrikası mı?
Siyasi ve ideolojik yaklaşımları ya da kişisel çıkarları doğrultusunda yayınlara müdahale eden patronların yerini 1980’lerden itibaren yayıncılık dışında şirketleri de olan ve gazeteci kökenli olmayan “holding patronları” aldı.
Amaçları “kamu yararı” değil, kâr elde etmekti. AKP döneminde holding patronlarının editoryal müdahaleleri daha da katmerlendi; siyasi propaganda çabası ticari çıkarların yanına yerleşti; “editoryal bağımsızlık” tümüyle dinamitlendi.
Faruk Bildirici gazetecilik dersi verdi, gazete çıkarmak adli yazısını köşesine taşıdı.
“Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez” cümlesi, Türkiye gazetecilik tarihinin kıvançla anılan sayfalarından birinin sloganıdır. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü de oradan kalmıştır.
1961 yılında “Dokuz Gazete Patronu”, gazetecilere yeni haklar getiren 212 sayılı Basın Kanunu ile Basın İlan Kurumu kurulmasına ilişkin yasanın yürürlüğe girmesine tepki olarak üç gün gazete çıkarmama kararı almışlardı.
Bunun üzerine gazeteciler, Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah patronlarının bu kararını protesto ederek, halkın gazetesiz kalmaması için de “Basın” adlı bir gazete çıkarmışlardı.
O gazetenin 11 Ocak’taki başyazısında gazete patronlarına çorap fabrikası sahibi gibi her şeye müdahale edemeyecekleri hatırlatılıyor, “Basın bir kamu hizmetidir” diye vurgulanıyordu. Üstelik bu hatırlatmanın muhatapları da günümüzdeki gibi holding sahipleri değildi. Hatta çoğu da gazeteci kökenliydi, sadece yayıncılık faaliyetinde bulunan patronlardı.
Gazetecilerin bu direnişi etkili de olmuş, gazete patronları iki yasayı iptal ettirememişlerdi. Ancak gazetecilerin, “Dokuz Patron Olayı” sırasındaki mücadeleleri çalışma koşullarını düzenleyen yasayı savunmakla sınırlı kaldı. Bir daha patronların yayınlara müdahalesine set çekecek “editoryal bağımsızlık” elde etmek için böyle bir toplu mücadele verilemedi.
O yıllarda siyasi ve ideolojik yaklaşımları ya da kişisel çıkarları doğrultusunda yayınlara müdahale eden patronların yerini 1980’lerden itibaren yayıncılık dışında şirketleri de olan ve gazeteci kökenli olmayan “holding patronları” aldı. Bu patronların çoğu için sahibi oldukları gazete veya TV kanalı ile bir banka, maden şirketi ya da akaryakıt şirketi işletmek arasında fark yoktu. Amaçları “kamu yararı” değil, kâr elde etmekti.
Ünlü medya patronu Robert Maxwell’in “Bu işe 90 milyon poundu hayır duası almak için yatırmadım. Bu işin sahibi benim, patronu benim” dediği gibi Türkiye’deki holding patronu medya sahipleri de aynı anlayıştaydı; yayınlara müdahale hakkını kendilerinde görüyorlardı. Çoğu genel yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürü, patronların isteklerine karşı direnmek bir yana onların özel ulağı konumunda olmaktan gocunmuyorlardı.
AKP döneminde ise siyasi iktidarla işbirliği içine giren holding patronlarının editoryal müdahaleleri daha da katmerlendi; siyasi propaganda çabası ticari çıkarların yanına yerleşti; “editoryal bağımsızlık” tümüyle dinamitlendi.
Ne yazık ki, eleştirel ve alternatif medyanın büyük bölümünde de “editoryal bağımsızlık” sorunları yaşanıyor. Bu kesimde de patronlar, genel yayın yönetmenleri ve yazı işlerinin üzerinden elini eksik etmiyor. Gerekçeleri farklı olsa da müdahale hakkı görüyorlar kendilerinde.
İktidar medyasındaki patronlar gibi gizlemeye gerek görmeyenler bile oluyor; sahibi oldukları medya kuruluşlarının yayın faaliyetleri hakkında açıklama yapmaktan da kaçınmıyorlar. Bu tavırlarının gazeteciliğe zarar vereceğini, yayınların bağımsızlığına gölge düşüreceğini, patron çıkarının kamu yararının önüne geçtiği görüntüsü yaratacağını düşünemiyorlar.
Medya sahipleri bırakın yayınlar hakkında değerlendirme yapmayı, tümüyle görünmez olmalı, editoryal bağımsızlığa saygı göstermeli. “Çorap fabrikası” yönetmekle medya sahipliği arasında fark olduğunu kabul etmeli…
ÖLEN ERMENİ ASKER SAYISI?
Dağlık Karabağ’da silah sesleri bir türlü dinmiyor. 13 Eylül’de meydana gelen iki yılın en büyük sınır çatışmasında iki taraftan da onlarca asker öldü. Tarafların ilk açıklamalarına göre, Azerbaycan’ın 50, Ermenistan’ın 49 askeri yaşamını yitirdi.
Türkiye’de medya Hürriyet, Sabah ve Milliyet de dahil olmak üzere 14 Eylül’deki haberlerde ölen asker sayılarını aktarırken genellikle resmî açıklamalara bağlı kaldı. Ancak iktidar medyasının bir bölümü ölen Ermeni askeri sayısını artırma yarışına gitmişti. Akşam 90, Yeni Şafak 100’den fazla, Türkiye 150 Ermeni askerinin öldüğünü yazarken Yeni Akit bu sayıyı “200’den fazla” diye verdi.
Üç gün sonra taraflar ölen askerleri hakkında daha net açıklamalar yaptılar. Ermenistan tarafı 105, Azerbaycan tarafı 71 askerinin öldüğünü açıkladı. Ayrıca Azerbaycan Savunma Bakanlığı, “yaklaşık 400 Ermeni askerinin öldüğünü” öne sürdü.
16 Eylül günü Türkiye medyasının büyük bölümünde “Azerbaycan’ın şehit sayısı 71’e çıktı” haberleri yapılırken, Akşam, Sabah, Yeni Şafak, Yeni Akit ve bazı internet sitelerinde “400 Ermeni askeri öldürüldü” başlıkları kullandı. Yeni Akit daha ileri giderek, “çatışmalarda yüzlerce Ermeni askerinin öldürüldüğünü” iddia etti. Ama 17 Eylül’de Ermenistan asker kaybını 136, Azerbaycan da 77 olarak duyurdu; açıklamalar böyle noktalandı.
Savaşlarda tarafların birbirlerinin ölü sayısını abartması sık rastlanan bir durum. Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşta da rakipler birbirinin ölü sayısını on binlerle kendi ölülerini de binlerle ifade ediyor.
Keşke gerçek sayılara ulaşabilmek mümkün olsa. Ama bu çok zor, hatta uzun bir zaman geçmeden önce de mümkün olmuyor. Azerbaycan’ın 400 Ermeni askerini öldürdükleri iddiasının doğru olup olmadığını da zaman gösterecek.
Böyle olunca da propaganda savaşına alet olmamak için bu tür iddiaları özenli bir dille, abartmadan okura/izleyiciye yansıtmak gerek. Hatta tarafların sadece kendi ölüleriyle ilgili açıklamalarına itibar etmek en doğrusu. Tabii çatışmanın nedeni ve serencamı hakkında da tek taraflı olmamak, iki tarafın açıklamalarını yansıtmak okur ve izleyicinin bilgilenme hakkına saygı açısından önemli.
TEK CÜMLEYLE:
Özbekistan gezisi sonunda çekilen toplu fotoğrafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, koltukta otururken gazeteciler ayakta sıralanarak siyasetçi-gazeteci arasında olması gereken eşitler arası ilişkinin dışında ve benzerine az rastlanır bir poz verilmiş oldu.
Özbekistan gezisi sonunda çekilen toplu fotoğrafta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve gazeteciler.
Diplomasi Muhabirleri Derneği’nin çağrılarına yıllardır yanıt vermeyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun özel davetlilerle yaptığı “Diplomasi Muhabirleri Buluşması”nda soru cevap bölümü bazı gazetecilerin isteği üzerine Bakanlık tarafından kontrol edildikten sonra medya kuruluşlarına gönderildi.
Sedat Peker’in İstanbul’daki evinin önünde Yılmaz Günay adlı adamına yönelik saldırıyı Akşam, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Sabah, Yeni Akit, Yeni Şafak haber yapmadı.
İktidar medyası, haftalar öncesinden tanıtmaya başladığı yeni sosyal konut projesinde ilk etapta 250 bin konut hedeflenmesine rağmen “Dar gelirliye 500 bin konut projesi” diye duyurdu ve 2 yıl önce açıklanan benzer projenin bazı etaplarının hala bitmediğine değinmedi.
Konya’nın Karatay ilçesi belediyesinin hazırladığı tanıtım metni, Yeni Akit’te ilan olduğu uyarısı yapılmadan tam sayfa yayımlandı.
Sabah, bir gizli tanığın “ifadesi”ne dayanarak, Gezi eylemleri sırasında polisin attığı gaz fişeği ile yaşamını yitiren Berkin Elvan ve annesi Gülsüm Elvan’ı zan altında bıraktı.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun, Avrasya tünelinden geçen günlük araç sayısında rekor kırıldığı açıklaması haberlerinde araç geçiş garantisi sayıları verilmedi.
Türkiye, Bursa’da bas-geç sinyalizasyon sisteminin kaldırılmasını ve yayaların üst geçitlere yönlendirilmesini “Bursa trafiğinde tasarruf devri” diye olumlu bir gelişme gibi yansıttı.
Türkiye’de yıllardır sayısız konser veren İranlı sanatçı Mohsen Namjoo’nun konserleri, Yeni Akit’in “Kuran ayetlerini şarkı yaptı hadsiz Namjoo” haberlerinin ardından iptal edildi.
Okur görüşü:
Hüseyin Karakaş: Açıyorum, Tunç Soyer bu görüşleri nerede söylemiş diye bakıyorum, bu merakımı gideremeden, üstelik sinirlerim ayaklanmış olarak haberi kapatıyorum. Reva mı bu bize; okur böyle bir işkenceyi hak ediyor mu? Ne oldu 5N1K kuralına? Bu sadece bir örnek. Ben bu konudan uzun zamandır rahatsızlık hissediyorum. Haberlerde yeterli bilgi verilmiyor.
Hakan Yiğitbaşoğlu: Haberlerde kelimelerin ve kavramların yanlış kullanımı çok yaygınlaşmış durumda. Kulağımı tırmalayan birini size yazmak istedim. Dünyada “taksi” ücret karşılığı sizi istediğiniz yere götüren araç olarak bilinir. Oysa son yıllarda giderek artan oranda, haberlerde kullanılan bir “ticari taksi” ifadesi var. Dolayısıyla, bu ifade “fay kırığı” veya “atlı süvari” demek gibi anlamsız bir tekrarlama oluyor.
Gazete manşetleri
Kılıçdaroğlu’ndan Uğur Dündar’a zehir zemberek sözler
CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Tarih onu affetmeyecek’ diyerek cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerinden kendisini eleştiren Sözcü yazarı Uğur Dündar’a ateş püskürdü.
14-28 Mayıs Genel Seçimlerinde cumhurbaşkanlığına aday olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhur İttifakı’nın adayı Tayyip Erdoğan’a kaybetti.
Seçimi kaybeden Kılıçdaroğlu’nun adaylığı muhalif cephede tartışmalara neden oldu.
Kılıçdaroğlu’nu eleştiren isimlerden biri de Sözcü yazarı Uğur Dündar.
Uğur Dündar, katıldığı bir televizyon programında yerel seçim sonuçlarını değerlendirirken, Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel seçimlerde aday olması ile muhalefetin tarihi bir fırsatı kaçırdığını vurgulayarak “Tarih onu asla affetmeyecek” dedi.
Dündar ayrıca geçtiğimiz günlerde bir köşe yazısında cumhurbaşkanlığı seçimi için ‘Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın aday gösterilmesi gerektiğini, CHP’nin ve ‘Altılı Masa’nın başındaki Kemal Kılıçdaroğlu’nun resti görmek yerine, kendi adaylığını dayattığını ve Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybettiğini’ kaleme aldı.
Kılıçdaroğlu, kendisini ve Cumhurbaşkanlığı adaylığını hedef alan CHP yandaşı Sözcü yazarı Uğur Dündar’a ateş püskürdü.
Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı:
“Geçmişe ve Geleceğe Not düşelim! Sayın Uğur Dündar’a açık mektubumdur…
Sağdan soldan vatan evlatlarının idamlarıyla sonuçlanan 68 kuşağı fırtınasında gemisine dalga vurmamış Uğur Dündar, 1980 darbesinin “Bizim Uğur”u, TRT Genel Müdürü…
Bizim kuşağın onur abidelerinden Tarık Akan’ın yumruklaştığı, dürüst ve mücadeleci gençlik-kafalarında bitlerle işkencelerden geçerken-ayağına taş değmemiş, nezaket ziyaretlerinin müdavimi Uğur Dündar…
“Gün geçmiyor ki” cümlesiyle başladığı her haber programında, fonda gerilim müzikleriyle süslediği ve toplumun inanç noktalarına temas ederek 28 Şubat sürecinin alt yapısında emeği olan, iş başörtü sorununa geldiğinde; “İnadına mini etek, inadına dekolte” sloganlarına katkı sunan Uğur Dündar…
Sağlık skandalı haberi adı altında “Tesettür Faciası” başlığıyla, toplumdaki kutuplaşmanın her daim ekmeğini yiyen, fildişi kulelerinin tepesindeki konforlu alanını inşa edebilmek için büyük “fedakarlıklar” yapan, andıçların Uğur Dündar’ı…
“SİZİN ÇARKINIZ YİNE ‘ŞANLI ŞANLI’ DÖNER”
Her alanda, mevcut baskıcı iktidarın, sizin de içerisinde arkadaşlarınızın olduğu (ki bence onlar öyle sanıyor) muhalifler, davalarla, hapislerle, saldırılarla mücadele edip bedel öderken, sizin çarkınız yine “şanlı şanlı” döner Uğur Bey.
Senin de bildiğin ama hiç hoşuna gitmeyecek bir sır vereyim; Biz helalleştik… Bu ülkede, Cumhuriyet Halk Partisi’ne bırakın oy vermeyi, adını duyunca besmele çeken muhafazakârlarımızla helalleştik.
1960’lardan kalma sağ sol kavgasının kötü mirasıyla yüzleştik. Bizlere inançsız ve din düşmanı gözüyle bakan sağcı kardeşlerimizle de helalleştik…
İç Anadolu ve doğusu dahil, bırakın milletvekili çıkarmayı temsilci gönderemediğimiz şehirlerimizle konuştuk, anlaştık, helalleştik…
Darbelerle, 28 Şubatlarla, faili meçhul cinayetlerle, idamlarla yüzleştik.
Geçmişte yaşadığımız bütün travmalarımızı, öfkelerimizi, intikam duygularımızı ebediyen toprağa gömdük. Bütün farklılıklarımızı kabul ettik, sevdik ve kucaklaştık. Artık buradan size ve temsil ettiğiniz kimliğe ekmek çıkmaz!
Bunu vatanperver dostlarımızla yaptık. Başta kıymetli dostum Sayın Karamollaoğlu olmak üzere 6’lı masanın liderleri ile yaptık.
Nasıl yaptığımızı da anlatayım. Berkin Elvan’a da ağladık, Eren Bülbül’e de… Sinan Ateş ile de vurulduk, Tahir Elçi ile de… Deniz Gezmiş’le de sehpaya çıktık, Mustafa Pehlivanoğlu ile de…
Ergenekon kumpası mağdurlarına da destek olduk, suçsuz günahsız KHK mağdurları anaokulu öğretmenlerine de…
Yürüdük Uğur Bey. Hak için halk için yürüdük. Yolumuza kurşunlar bırakıldı yürüdük…Pislikler döküldü yürüdük…
“SİYASİ RÜŞVET ALDINIZ” İMASINA SUSMAM!
Terör örgütleri kuşun sıktı, linçlendik, içerisinde bulunduğumuz ev için “Yakın o evi” dediler, defalarca ölüm tehditleri ve suikastlara karşı yürüdük.
Cumhuriyet Halk Partisi çok değişti Uğur Bey. Artık toplumun büyük bölümünü öcü gibi gördüğü bir parti değil. Bakın TV programında değerli kardeşim Cemal Enginyurt, size karşı millet ittifakını ve helalleşmemizi nasıl savunuyor, siz ise nasıl da inkar ediyorsunuz.
Siz hiç değişmemişsiniz! Hala 1970’lerde, 80’lerde, 90’larda yaptığınızı yapmaya çalışıyorsunuz. Bu sefer olmaz!
Toplumun inanç ve değerleri ile siz ve temsil ettiğiniz kimliğiniz, mıknatısın iki ayrı kutbu gibisiniz. Siz Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve toplumsal barışa yaklaştıkça seçimlerde broşürlerimizi dağıtan başörtülü kardeşlerimiz, bütün kırgınlıklarını unutan Kürt kardeşlerimiz, vatanperverlik çatısı altında bütünleştiğimiz sağcı kardeşlerimiz, kısacası bu ülkenin ötekileri bizden uzaklaşıyor. Buna müsaade edemeyiz.
Belki biraz kırıcı oldu ama kusura bakmayın Uğur Bey bunlar gerçekler. Bana, canlı yayınlarda Dış devletlerin ajanı olup olmadığımı soracak kadar dengenizi yitirdiniz, ses çıkarmadım.
Şahsıma dilediğiniz kadar saldırabilirsiniz ama kardeşliğimizi dinamitlemenize müsaade etmem.
Kendi adaylığımı dayatmak için siyasi rüşvet dağıttım iddialarınıza susarım ama 6’lı masa bileşenlerine “siyasi rüşvet aldınız” imasına susmam, bu birlikteliği bozdurmam!
“TARİH KİMİ AFFEDECEK, KİMİ AFFETMEYECEK?”
Sizin tabirinizle; “Ben Kemal Kılıçdaroğlu’nu 70’li yıllardan beri tanırım. Kemal Bey’in asıl işi hesap sormaktır. Devletin nice kayıp trilyonlarını, tüyü bitmemiş yetim hakkını, yurt dışından getirmiş ve hazineye irat kaydettirmiştir.” El hak doğrudur Uğur Bey. Benim asıl işim hesap sormaktır.
Büyük emeklerle ve ödenen bedellerle tesis edilen bu kardeşlik yapısına, bu toplumsal ittifaka ve bu helalleşmeye saldırmayı sürdürürseniz, milletin uygarlık yolundaki bu anlaşmaya halel getirmeye çalışırsanız, bunun hesabını sorarım.
Toplumu kutuplaştırma, ayrıştırma, partimi yeniden halktan koparma çabaları ve çalışmaları olduğunu hissettiğim zaman Uğur Bey, SİYASİ ARENADA MAKOSENLERİMİ TEKRAR GİYERİM ve bedeli ne olursa olsun bu uğurda mücadelemi veririm.”
Gazete manşetleri
Gazeteci Türkeş, Dilipak ailesinin İsrail’le ticari ilişkilerini deşifre etti
Yazar Dilipak’ın kendisinden oğlu için bir ricada bulunduğunu belirten Türkeş, muhafazakar yazarın ailesinin İsrail’le olan ticari ilişkilerini de deşifre etti.
Gazeteci Muhammed Tayyar Türkeş, muhafazakar yazar Abdurrahman Dilipak hakkında ilginç bir iddiayı sosyal medya hesabından paylaştı.
15 Temmuz sonrası röportaj yaptığı Dilipak’ın kendisinden oğlu için bir ricada bulunduğunu belirten Türkeş, muhafazakar yazarın ailesinin İsrail’le olan ticari ilişkilerini de deşifre etti.
İddiaya göre Bursa TV’de yayınlanan röportaj sonrası Dilipak, Türkeş’ten oğlunun İsrailli ortakları ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde girdiği bir ihale konusunda yardım istedi.
Türkeş’in paylaşımı şöyle:
İŞİ İSRAİLLİ PARTNERİMLE YAPIYORUM
“Şimdi Dilipak..
15 Temmuz sonrası Abdurrahman Dilipak ile Bursa TV olarak evinde bir röportaj gerçekleştirdik.
Bu röportaj bitiminde Bursa’dan geldiğimizi bildiği için bize Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde oğlunun bir işinin olduğunu ve halle olması için yardım etmemi istedi.
Ve ertesi gün oğlu Taha ile Beylerbeyi Mado’da buluştuk.
Nasıl yardımcı olabileceğimi sorduğumda,
Bursa Büyükşehir belediyesine sanal şehir uygulaması için teklif verdiğini kamerayla tüm şehrin Sokak sokak adım adım dolaşılacağını kaydedeceklerini isterse insanların burada Bursa’ya gelmeden sanal ortamda gezebileceklerini anlattı.
Ben de kendisine Türkiye’de böyle bir teknolojinin olmadığını bu teknolojinin hangi ülke menşeili olduğunu sordum.
O da bana, “İsrailli bir ortağım var!
Bu teknoloji İsrail’e ait ben bu işi partnerim ile beraber yapıyorum” dedi.
“Bir bakacağım” diyerek yanından ayrıldım.
Bursa’ya döndüğümde ise Bursa Büyükşehir Belediyesi’ndeki o dönem yetkili o işe bakan arkadaşla görüşerek aynen şu cümleleri söyledim. (Fehim)
“Bak” dedim “Bu Abdurrahman Dilipak Denen kişinin oğlunun kartı ve bu şirketin ortağı bir Yahudi eğer bu şirkete Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden herhangi bir iş verdiğinizi duyarsam canınızı okurum” diyerek elimden geleni yaptım.
Hikaye bu kadar..
Ne Dilipak, Ne de Elleri…”
https://x.com/tayyarturkes/status/1777640673275007384?s=46&t=36bb5QIaP8Zy2yh6yMBx_Q
Gazete manşetleri
Mustafa Sandal’dan Aleyna Tilki’ye tavsiye: Bırak dışarıyı, şarkılarına konsantre ol
Mustafa Sandal, Aleyna Tilki ve menajeri arasında yaşanan tartışma hakkında, “Bunlar her zaman olacak, onun daha çok hırslanıp, daha çok istemesi lazım” dedi.
Mustafa Sandal, son dönemde Aleyna Tilki ile menajerinin arasında yaşanan tartışma hakkındaki konuştu. Sandal, “Zaman zaman her kariyerde zorlandığın anlar olabilir. Bazı durumlarda bunları aşabilmek lazım. Sen bırak dışarıyı, şarkılara, işine konsantre ol” ifadesini kullandı.
Habertürk’ten Eren Gürel’in haberine göre, Tilki’ye tavsiyelerde bulunan Sandal, “Aleyna, çok özel bir yetenek. Zaman zaman her kariyerde zorlandığın anlar olabilir. İstemediğin yerlere sürüklendiğin anlar da olabilir. Bazı durumlarda bunları aşabilmek lazım. Kendi yeteneğine güveneceksin bence. Sen bırak dışarıyı, şarkılara, işine konsantre ol. Pozitif ol her zaman. Benim düşüncem bu yönde” dedi.
‘DAHA ÇOK HIRSLANIP, DAHA ÇOK İSTEMESİ LAZIM’
Sandal sözlerine, “Ben böyle bir zorbalığa maruz kaldıysam da umursamadım. Bana bile engel teşkil etmedi bu durumlar. Hep şarkılara konsantre oldum. Olmuşsa da teğet geçmiştir beni… Belki bizim için de haz etmeyenler olmuştur. Bunlar her zaman olacak, onun daha çok hırslanıp, daha çok istemesi lazım” diye devam etti.
Muhabirlerin, “Yılbaşı ve özel günlerde sahnede oluyorsunuz. Bir özel günü evde geçirmek ister misiniz?” sorusuna yanıt veren Sandal, “Bizim işimiz bu. Nasıl ki hemşire, doktor işinin başında oluyorsa biz de sahnede olmak zorundayız. Özel günlere benim bakış açım biraz farklı. Hayat ile olan ilişkim, sağlıklı olduğum her gün aslında özel gün. Çocuklarınla olduğun bir günde pozitif bir gün geçirebiliyorsan zaten özel gün diyebiliriz buna. Ben öyle bakmıyorum hayata yani… Hayata her adımımı attığım gün, her sabaha uyandığım gün özel bir gün aslında…” ifadelerini kullandı.
‘TAMAMEN NEGATİF ENERJİLERDEN ARINMIŞ BİR YIL OLSUN’
2023 yılını da değerlendiren Mustafa Sandal, “2024 ülkemize ve bütün dünyaya güzel enerjiler getirsin. Duyduğumuz abuk sabuk şeyler inşallah olmaz. Ben tamamen negatif enerjilerden arınmış bir yıl olsun istiyorum. 2023’te çok kötü günler yaşadık. Deprem canımızı çok yaktı. Birlikte kenetlenip, pozitif şeyler yaşamaya ihtiyacımız var” dedi.
-
Gazete manşetleri2 yıl önce
SBK listesi medyada bir gazetecinin daha biletini kesti !
-
Gazete manşetleri2 yıl önce
AKP Cehaleti: TRT, Çanakkale Zaferi ile Sarıkamış’ı karıştırdı
-
Gazete manşetleri1 yıl önce
Aslı Erdoğan: Sesimizin Almanya’da ustalıkla kısıldığını düşünüyorum
-
Televizyon2 yıl önce
Can Ataklı: Normal bir ülke olsa Cevheri Güven’in anlattıklarıyla kıyamet kopardı !
-
Gazete manşetleri2 yıl önce
Aynur Doğan konser yasağına karşı sessizliğini bozdu
-
Analiz2 yıl önce
Cüneyt Özdemir’in Pelikan itirafları ve gazeteciliği: Herkes yesin, bulaşmıyorum
-
Gazete manşetleri2 yıl önce
Hande Fırat’ın eşi Ukrayna’yı işte böyle dolandırdı !
-
Gazete manşetleri2 yıl önce
Latif Şimşek istifa etti: Kalleş saldırıyı kınamadılar